İnsan küçük şeylerle mutlu olabilmeli değil mi? Zira son on yılda sosyal dünyada kendimize ve birbirimize pompaladığımız yegane mesaj hep bunun üzerine. Kuşun kanat çırpmasından tutun da, metrobüste oturacak yer bulmaya kadar ufacık şeylerden mutlu olabilmeliyiz aslında. Peki ne kadar yapabiliyoruz bunu? Becerebiliyor muyuz gerçekten meyveli dondurma yerken şükredebilmeyi, pasparlak bir havada gözlerimizi kısıp güneşe bakarken gülümsemeyi?
Sanırım ben eskiden daha çok yapıyordum bunu, evime her gün girdiğimde derin bir ohh çekiyordum falan. Ama son altı aydır yaşadığım heves kırıcı olaylardan dolayı kırılgan hissediyorum ve ufak kıvılcımlar mutluluğumu alevlendirmeye yetmiyor gibi. Mutsuz, ağlak ve huysuz bir insan olup çıktım sanki. 2016’yı şu an bulunduğum koşullarda tamamlamak istemiyorum diye hedef koymuştum kendime, bitime altı ay kala hedefime yaklaşamamış, bir arpa boyu bile yol gidememişim gibi geliyor. Ot gibi yaşıyorum ruhen, zira bedenen oradan oraya uçan amaçsız kör sinek gibiyim, hani yakalasan yakalayamazsın sinir bozucu bir şekilde uçarlar ya, ben de öyle saf saf koşuşturuyorum oradan oraya.
Ay topu topu iki paragraf yazdım, yemin ederim ben kendimden soğudum siz bana nasıl tahammül ediyorsunuz şaşırıyorum. Mesela ben sevgilimin sabrına hayranım, bazen öyle olumsuz, dünya başıma yıkılmış modunda oluyorum ki, adam buna rağmen yılmadan benimle konuşuyor. Arkadaşlarımı hiç söylemiyorum zaten, her gün aynı mızmızlıklarımı bıkmadan dinliyor garibimler ya, haklarını ödeyemem. Gerçi gelin çiçeğini bana atmayan adını vermeyeceğim yakın arkadaşımla gayet ödeştik sayabilirim >.< O kadar da ayarlamıştık koordinatları, gitti kime attı yaaa!!!
Neyse yine de küçük şeylerle mutlu olabilme konusunda hala umudum var. Hemen size içinizi ısıtacak bir hikaye anlatayım:
8 yıl önceydi, Tüyap’taki bilişim kongresi için İstanbul’a geldim, 11 yaşımdaki Topkapı-Sultanahmet ve Tatilya üçlemeli okul gezisinden sonra hayatımdaki ilk ‘büyük insan’ gelişim. Otobüsteyiz, Sapanca yolu üzerindeki üstgeçit McDonalds’ı görüyorum ve adeta büyüleniyorum ama maalesef otobüsle olduğumuz için uğrayamıyoruz. 20 yaşındaki tıfıl kız için ölmeden önce yapılacak şeyler listesine giriveriyor o üstgeçidin içinde olup alttan gelip giden arabaları izlemek… Bir yıl sonra İstanbul’da çalışmaya başlıyorum ve o zamandan bu yana o yolu defalarca kullanıyorum. Ama maalesef yine otobüsleyim ve yine uzaktan bakıyorum hayallerimin üstgeçitine.
Gel zaman git zaman aradan öyle uzun zaman geçiyor ki mekan el değiştirip Burger King oluyor. Aman olsun ne fark eder pavyon bile olsa ben oraya girip bi’tek atmalıyım öyle bir yer yani bana göre. Sonra bir gün bir arkadaşımla hem de özel araçla Abant’a gidiyoruz, dönüşte de bu hazin hikayemi dinleyen arkadaşımla uğramaya niyetleniyoruz, ancaaak maalesef yanlış yerden İstanbul yoluna çıkınca bir kez daha hayallerim suya düşüyor.
Olmayacak derken, vazgeçmek üzereyken, orayı uzaktan sevmek aşkların en güzeli derken geçen Cuma günü, Ankara’dan dönerken bu hayalim gerçekleşiyor, sevgilim sağolsun anlattığım bu hikayeden çok etkilenerek (biraz da “ye de sus be kadın” diye düşünerek) üstgeçit Burger’da duruyor veeee beni o yarım saat için dünyanın en mutlu insanı yapıyor.
O hamburger sanırım yediğim en lezzetli Burger King hamburgeriydi. Suratımda öyle salak bir mutluluk vardı ki adam içinden “kimisi boğazda yemeğe bile burun kıvırır, bizimki üstgeçit köşelerinde mutluluktan uçuyor” demiştir eminim. Ay ama bak şu an bile o anı yaşadığıma bir kez daha mutlu oluyorum. Lacivert’te yemek de neymiş!
İşte size küçük şey ve bundan delicesine mutlu olan bir kızın hikayesi. Ama bu kız bir yandan da koca bir denizde bir sürü sorunla baş etmeye çalışıp, umutsuzluk denizinde sürükleniyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu di mi? Teraziyim ya, denge (!) benim göbek adım.
PS: Bir kez daha bana bu mutluluğu yaşattığın için teşekkür ederim sevgilim. Ich liebe dich <3
PS 2: Fotoda da kendimle çelişiyorum, pek bi cool çıkmışım :p