Efendim ben ayda bir bunalıma girip, dünyayı kendime dar ettiğim için artık bu konuda kaşarlanmış biri olarak tecrübelerimi neden okuyucularımla paylaşmayayım dedim ve "Bunalımdan Çıkmanın 10 Yolu" isimli klişeler klişesi bir yazı yazmaya karar verdim. İnternette zaten zebille yazı, görsel, tavsiye vardır bununla ilgili, sana mı kaldık derseniz; tabii ki kalmadınız, beğenmezsen yapmazsın arkadaşım, zorla yazıyı ekranınızda tutacak değilim ya! Allah Allaah…
Neyse dedim ya ben mütemadiyen bunalıma girerim, hatta ay içinde normal geçirdiğim gün sayısı bunalımda geçirdiğim gün sayısından baya bi azdır. Ota boka, olana olmayana, geçmişe geleceğe, akıllısına delisine, varlığa yokluğa dertlenip kendime hayatı zindan ederim, itinayla… Hayır bir de çoğundan kimseciğin haberi olmaz, zira işyerinde pek de bunalım yapacak vakit olmuyor, çalış didin falan ama eve gidince bana basıyorlar, düşün düşün yaz yaz oyna oyna derken bir güzel kendimi üzüyor, salak salak ağlıyorum, sonra da ağlamam bitince yüzümü yıkayıp çamaşır katlamaya devam ediyorum. Çünkü dağ dağa küsmüş dağın haberi yok misali mesela sevgilime kızsam, alınsam genelde çocuğun bundan haberi olmuyor, ben kendi kendime küsüyoruuum, ona bağırıyoruum falan sonra da öfkem ya da kızgınlığım geçiyor, adam aradığında zaten normale dönmüş oluyorum. Ya da arkadaşlarıma tripliysem kendi içime kapanıp kimseye bişe söylemediğimden onlar da her şey yolunda sanıyorlar, kısır bir döngüde takılıyorum yani.
Bunalım ya da depresif ruh hali berbat bişe, insanı hayattan soğutuyor. Domino taşı gibi tek bir şeyin kötü olduğuna kanaat getirince diğer her şey de kötüymüş, karanlıkmış gibi geliyor, üzülürken komple ciğerlerim soluyor. Neye üzüldüğümü bir kez daha yazmıcam, temcit pilavı gibi her yazımda anlatıyorum, siz de bıktınız biliyorum ama işte o şeylere düşün, üzül, öfkelen, kavga et, ağla, barış derken kendimle mücadele veriyorum resmen. Şizofreni tanısı konulmadı henüz ama bence kendisiyle bu kadar mücadele veren bir insan normal kafada olamaz. Bence deliyim ben, net!
Bak yine vır vır vır başladım, ne diyordum, aslında bunalımdan çıkaracak reçeteyi pazarlıyorduk. Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, tam beş kavanoz bal şeklindeki damping paketime hayran kalacaksınız J
1 – Dizi ya da film izleyin. Ben diziciyimdir, bazen üç dört bölüm arka arkaya izlerim falan, o arada hem zaman geçer hem de kafamdaki dişliler bir süreliğine dönmemiş olur. Takip ettiğim dizilerin neredeyse tümü gerilim, polisiye, bilim kurgu vs olduğundan salya sümük olacak da bir durum oluşmaz. Film seçerken de öyle olmasına dikkat ederim. Bir kez bunalımdayken “Aynı Yıldızın Altında” filmini izleyeyim dedim, yemin ederim sümüğümde boğuluyordum. Siz yapmayın!
2 – Belgesel izleyin. Entellik yapmak için sıkmıyorum, hafta sonları benim televizyonda NatGeo ya da NatGeo Wild açıktır. Vahşi Rusya’yı beşbininci kez izleyip kurtların hayatta kalma uğraşına hala şaşırır saygı duyar, evlere sinsice giren yılanlardan tırsarım. Fobiniz yoksa deneyin. İşe yarıyor.
3 – Kitap okuyun. Ama sürükleyici, bir sonraki sayfayı merak ettirecek hikayesi olan kitapları okuyun. Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmazsınız.
4 – Müzik dinleyip dans edin. Tercihen aynanın önünde elde kumandayla. Bende çok işe yarıyor, Rihanna’ymışım gibi tepinirken baya eğleniyorum evde. Tabii komşuların özellikle sesimden memnun olmadığına iddiaya girerim.
5 – Sevdiğiniz şeyleri yiyin. Oburluk olsun diye değil, kendinizi ödüllendirmek için. Ben mesela dün akşam canım Burger King çekti diye söyledim yemek sepetinden, yarısını yiyemedim ama olsun. Sarımsaklı mayoneze bandıra bandıra yedim patatesleri, ohh sefam olsun.
6 – Spor yapın. Ama spor salonunda değil, parkta bahçede kırda bayırda ormanda yaylada yürüyerek koşarak sekerek yapın. Oksijen alın, endorfin salgılayın.
7 – Arkadaşlarınızla vakit geçirin. Ama oturup onlara bunalımınızı anlatmak ya da onların bunalımını dinlemek için değil, gülmek saçmalamak için görüşün. Size iyi gelen insanlarla olun, size negatiflik yükleyen, kötü hissettiren, yanından ayrıldığınızda başınızın ağrıdığını hissettiğiniz insanlarla değil.
8 – Bebek sevin, kedi köpek sevin. Benim gibi ikisini de yapamıyorsanız yine bir klişe olan komik bebek ya da kedi köpek videolarını izleyin. Şebekler ne kadar gudubet hissederseniz hissedin size tebessüm ettireceklerdir emin olun.
9 – Sarılın. Sevgilinize, annenize, kardeşinize, çocuğunuza sıkı sıkı sarılın. Şimdi bir şey dicem, mağdur edebiyatı yapıyorsunuz diyeceksiniz ama valla benim sarılacak kimsem yok. Daha Türkçesi sarılacaklarım uzaklarda. Hal böyle olunca kucağım boş kalmasın diye (hemen kötü düşünün, yazın senaryonuzu!) yataktaki diğer yastığa sarılıyorum. Baya da pofuduk bir şey, sarılma güdüsünü doyuruyor. Hem yazın et ete değmesi terlemece gibi sıkıntı da yaşamıyorsun, kolum uyuştu, az kenara kay tripleri de yok, canım yastığım benim J
10 – Geçmişte kendinizi dipte hissettiğiniz, umutsuz hissettiğiniz anları hatırlayın. Bakın, hepsi geçti. Demek ki bu yaşadığınız da geçecek. Tamam geçerken biraz anamızı ağlatacak ama napalım, güzel günler gelecek. Sonuçta dipte olmanın tek güzel yanı, daha da dibinin olmamasıdır. En kötü dediğiniz yerdesinizdir ve bundan sonrasının çıkış olacağı aşikardır. Dipte kalmaya devam etmek de çıkışa doğru harekete geçmek de bizim elimizde.
Bunlar bana iyi hissettiren, kendimi jiletleyip üçüncü sayfa haberi olmamı engelleyen şeyler. Sonuçta her belirsizlik eninde sonunda bir açıklığa kavuşuyor, evet şu anki süreç oldukça can sıkıcı ama elimden geleni yaptığım için içim rahat. Gerisini allaha havale ettim, havalemi alıp cukkalayıp sebepsiz zenginleşme yaşayamayacağına göre bakar heralde bir hal çaresine…