İsviçre ile Avusturya arasında kalan 160 km2lik yüz ölçümüyle bizim havuzlu lüks sitelerimizin kapladığından bile daha az yer kaplayan Liechtenstein'dayız şimdi de. Münih'e dönüş yolumuz üzerinde olunca rotamıza dahil ettiğimiz bu ülkeye iki saat ayırmıştık ve açıkçası endişeliydik ya yetiştiremezsek diye.
Neyse biz Zürih'ten dolandırılarak ayrıldık ve (ki şurada bahsetmiştim başımıza gelenlerden) 1,5 saatlik yolculuktan sonra Liechtenstein'ın başkenti Vaduz şehrine vardık. Günlerden salıydı, saatler öğle vakitlerini gösteriyordu ancak nedense şehir pek bir boştu. Bir yandan arabayı park edecek yer ararken bir yandan da hazırladığım rehberdeki "Vaduz'da gezilecek yerler" kısmını okuyorduk. Pek de bir şey yoktu ya neyse belki de doğası falan güzeldi canım, hep müze hep kapalı alan hep katedral olacak değil ya her şehirde.
Nihayet park yeri bulup arabayı park ettik ve şehrin alışveriş caddesi olan caddeye geçtik. Etrafta kimsecikler yoktu, şehir adeta zombi istilasına uğramış gibi terk edilmiş ve sessizdi. Şehrin birazcık yukarısında yer alan ve Liechtenstein prensi ve ailesinin ikamet ettiği Vaduz Kalesi bize uğursuz uğursuz göz kırpıyordu. Önce magnet almak için bir hediyelikçiye girdik ve evet insan vardı, mutluyduk. Sonrasında biraz ötedeki şehir müzesine girdik, orada çalışan iki teyze ile birlikte ülkede en azından beş kişi yaşadığını teyit etmiş olduk. Teyzelere "burada gezilecek yer var mı?" diye sorduğumda çok samimi bir yanıt aldık "Hayır yok" Bi umut kaleyi de mi gezemiyoruz diye sorduk ve Prens II. Hans Adam (ki kendisi dünyanın altıncı zengin kişisiymiş) ile ailesinin orada yaşamasından mütevellit ziyarete açık olamadığı cevabını aldık.
Müzeden çıkıp alışveriş caddesinin sonuna geldiğimizde takım elbiseli üç adam gördük, belli ki öğle tatiline çıkmış Liechtenstein Merkez Bankasının Şube Müdürü, Şube Yetkilisi ve memurundan oluşan Vaduz Şubesi çalışanlarıydı 😂 Böylece ülkede yaşayan sekiz kişi saymıştık. Bu ülkeyle milli maç yaptığımızda spiker boşa dememiş, milli takımın kalecisi normal hayatında manavlık yapıyor diye. Ülkede insan yok ki, var olanlar da hangi bir işe yetişsinler canım 😂
Arabayı park edişimizden 25 dakika sonra arabaya binip Liechtenstein'a elveda demek zorunda kaldık. Yani ayrılmak istemiyorduk ama kalmamız için de pek bir sebep yoktu doğrusu.
Bu minnak ülkeye sandığımızdan çok çok az vakit ayırınca biz de yol üzerinde birkaç yere daha uğrayalım dedik. Önce Avusturya'nın sakin şehri Feldkirsch'e uğradık. Spontane geliştiği için şehrin Noel Pazarını gezebildik sadece. Eminim çok daha güzel yerleri de vardır.
Feldkirsch'ten ayrılıp Almanya sınırından geçince (home sweet home) yine yolumuzun üzerindeki Bodensee'ye bağlı Lindau Adasını gezelim dedik. Evet bildiğiniz küçük bir ada var Bodensee gölünün üzerinde, oldukça turistik ve beklediğimizden daha canlı.
Aslında Lindau Adasına yaz aylarında gitmek daha güzel olur sanırım, zira göl kenarında göle girebileceğiniz ya da göl kenarında keyif yapabileceğiniz bir sürü testi bulunuyor. Aralıkta gidince haliyle hepsi kapalıydı. Biz de göl kenarındaki rotada yürüyüp eski ve yeni deniz fenerlerinin fotoğrafını çekmekle yetindik. Tabii ki bir Noel Pazarı ve bir belediye binasını gezdik. Kendilerini İspanya'da sanan ve öğleden sonra 13-17 saatleri arasında kapalı olan dükkanların içinden bir tane açık tatlıcı bulup bin kalori olan bir tatlı yedik. Ve işte böylece dört günlük turumuzu tamamlamış olduk.
Münih'e vardığımızda akşam yedi olmuştu, eşyaları bıraktık, karavan olarak kullandığımız arabayı teslim ettik. Normal çiftler böyle bir yolculuk sonrası dinlenirler ama biz Muro'nun işyerinin Noel Partisine gittik. Dört gün sadece birbirimizi gördük, azıcık sosyalleşmek gerek di mi ama :)